2 Temmuz 2009 Perşembe

Knowing / Kehanet (2009)


alıntı ile başlayalım...

John Koestler: How am I supposed to stop the end of the world?


John Koestler: Dünyanın sonunu nasıl durdurabilirim ki?



(Ağlak bakışlı Nicholas Cage, kayda değer bir tek bu lafı eder. hatta gayet beylik "quote/alıntı" olmak olmak üzere yazılmış bir laf gibi de duruyor.)

mistik, gerilim, felaket imgeleri birarada olunca ister istemez insanın salyaları akıyor. gerçi hani
1996 yapımı independence day den bu yana, biliyorum, amerika'dan çıkma bu tür işler vaad edilene yakın dahi haz veremez. hatta yapımcı firmaya bakıyorum, çok enteresan, 2002 den itibaren çuvallamış görünüyor. ondan önce harika işler yapmışlar. bikaç örnek: lock, stock and two smoking barrels, ya da memento, fear and loathing in las vegas... (döneminde ciddi risk almış işler) tuhaf...

filmin konusu: şeklinde giremiycem, ama giren bi yere link vererek şımarıklığı minimize edicem: derken, offf herkes kopyalamış yapıştırmış, birbirinin aynı... ben de çalıp çırpıp yerleştiriyorum,:

"Dünyanın sonu yani kıyamet senaryosu üstüne kurulu olan Knowing filmin konusu kısaca şöyle; Bir okulun bahçesindeki zaman kapsülünün içinden 1959 yılında yani bundan 50 yıl önce sadece rakamlarla yazılmış birmektup bulunur. İlk başlarda mektuptaki rakamalar anlamsız gibi gelsede zamanla mektuptaki sayıların 50 içinde içinde dünya üstünde yaşanan felaketlerin, suikastlerin, büyük kazaların sırrını saklıyor olduğu ortaya çıkıyor. Ne yazık ki mektupta bahsedilen tüm felaketler gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmemiş olanların her biri gerçekleşme yolundadır..."

filmde 6-7 oyuncu var. hatta 4 ve hatta sadece 2. efektlere rağmen küçük bütçeli bir film. (ki aslında sempati duymam için yeter artar bir sebeptir normalde.)
başlangıç cezbedici, fakat bence eleman sayıların sırrını çözdükten sonra film düzenli olarak tökezliyor, sevimsizleşiyor ve parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor.

John fizikçi bir insan. bize onun dinle ilişkisi filmin başında sınıfına determinizm ve de rastgelelik konularına değinerekten verdiği ders esnasında "sezdiriliyor" (bkz. salak izleyicinin kafasına çakmanın 1001 yolu)
bu biz izleyicinin şöyle işine yarıyor, bundan sonra film boyunca kilise, dua, ilahi anlar, nutuklar vesaireye tanık olmak durumunda kalmıyoruz. yine de filmde din göndermeleri var ki bunu için ayrı bir paragraf açmak daha uygun olacaktır.

Pulp Fiction'da meşhur pasaj vardır hani incilden,(şu samuel l. jackson'ın infaz öncesi okuduğu pasaj) onunla aynı kitaptan, ezekiel'den ancak 1. bölümünden yola çıkılarak yapılmış bir resim görünür bir ara. (illustration of the "chariot vision" of the Biblical book of Ezekiel, chapter 1, after an earlier illustration by Matthaeus (Matthäus) Merian (1593-1650), for his "Icones Biblicae" -çevirmiycem kaprisi-, işte bu da illüstrasyonun vikimedia bilgisi) gerçi atıl kalır bence. neye hizmet ettiği pek anlaşılmaz, sonra da akıldan çıkar gider.
baktım hiç üşenmeden 1. bölüme ve aşağıda en sona da kopyaladım. bu bölüm UFO'cuların en tuttukları bölümlerdenmiş. sebebi gayet aşikar...

filmin sonunda bir Nuh'un Gemisi durumu var ve John'un velet alienlerle diyalog neticesinde şöyle bişeyler der: "güneş ölüyormuş ve herşey silbaştan başlayacakmış"
aman ne güzel, bence hiç mahsuru yok. tüm dünyanın insanlarını temsilen biri dişi biri erkek 2 amerikalı veledin kucağındaki muhtemelen tüm dünyanın tavşanlarını temsilen de birer tavşanla amanın ne kadar da bambaşka dedirtme amaçlı tasarımıyla dikkati çeken "uzay gemisine" binmeleri/süzülmeleri tam da bu Nuh'un Gemisi halidir diyeyim. mmm, alienlerimizin, insansı görüntülerinin tek falsoları olan sessizliklerinin aslında telepati sebepli olduğunu ve o iki seçilmiş dışında kalan biz sefil fanilerin onları duyamadığı ortaya çıkıyor. iyi. gemiye süzülme aşamasında elemanlar bu insan görünümünden sıyrılıp çok daha sübtil, insan konturlu nurdan bir şekilsizliğe bürünüyorlar ki bir de bakıyoruz arkadan kanatsı, hem de masal perilerince kanatsı uzuvumsuları imgeleyen ışıltılar var. kaç kişinin aklından "anaaa melekmişler" geçmemiştir, anket yapıp öğrenmek istiyorum. (hatta en alttaki alıntıda olduğu gibi gayet 4 taneler diyerek abartmamak isterdim...)
en şenlikli dini gönderme en sona. kronolojik olarak da öyle. bizim çocuk adem ile havva, cennet gibi, yepisyeni bir dünyaya bırakılırlar. gerçekçi izleyici içinden şöyle der:"yahu şunlara başlarını sokacak bir dam, ya da bir kullanma kılavuzu, beslenme yöntemleri bilgisi, bişey verseydiniz uçup gitmeden". saflık, aymazlık işte. onlar artık ilk dişi ve ilk erkektir halbuki. efendim, gökte iki koca uydu falan görünür, bildik bilimkurgu görsel fantazileri... çocuklar elele tutuşur ve koşmaya başlarlar. nereye? ilerideki ulu mu ulu AĞACA! ve etrafta başka tek bir ağaç yoktur. silbaştan. ennn baştan. dişi, erkek, ağaç.
İzleyenin temennisi kaçınılmaz olarak şu şekilde dökülür dudaklarından:
"bu sefer çuvallamayın beee"

of yazması bu kadar keyif veren bir paragraftan sonra artık bu filmden bahsetmek arzusu kalmadı içimde. oyunculuk, ı-ıh, senaryo, kurgu, böğk, mekanlar, hah ha, birlik-bütünlük, cık cık cık, bilemiyorum başka hangi kategoride ne kadar gıcık olabilirim.

neden böyle bir mekan olmalıydı acaba?

bi de üstelik bunu yapan Alex Proyas! rezalettt. Dark City? ühü? The Crow? yalan mıydı?

bu arada son kareyi arayıp bulamadım. dvd felan olsa derhal capture'lardım ancak bir başka bahara. (o kareyi masaüstü arkaplanı yapmak istiyorum!)

söylemeden edemeyeceğim, oğul Caleb hani maçı idare etmiş de, finalde ağlamak felan gerektiğinde çok feci çuvallamış, amerikan veletleri genelde fena değildir, şaşırttı beni... (büyüdükçe gıcıklaşıyo muyum?) aman diananın hezeyanının anlamsızlığı ayyy, ölümünden bahis bile edemeyeceğim... fena samimiyetsiz.
tam öfkelenmek üzereyken şenlikli olsun diye derhal ezekiel (ya da hezekiel) bölüm 1 alıntısına geçiyorum:
film kadar heyecanlı...

Hezekiel (Ezekiel)

Bölüm 1

RAB'bin Görkemi Hezekiel'e Açıklanıyor

1 Otuzuncu yılda, dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrı'dan gelen görümler gördüm.

2 Ayın beşinci günü, Kral Yehoyakin'in sürgünlüğünün beşinci yılı,

3 Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiel'e seslendi. RAB'bin eli orada onun üzerindeydi.

4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.

5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;

6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.

7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu.

8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.

9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.

10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.

11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.

12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.

13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.

14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

15 Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm.

16 Tekerleklerin görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi.

17 Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu.

18 Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu.

19 Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe, tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu.

20 Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.

21 Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.

22 Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı.

23 Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı.

24 Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten'in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı.

25 Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.

26 Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu.

27 Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı.

28 Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB'bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. Görünce, yüzüstü yere yığıldım, birinin konuştuğunu duydum.

en heyecanlı yerinde kesmek istemezdim, ama ayrıntı mevzuyu aşmak üzere...

(filme gıcık olduğumdandır ki trailer felan da vermiyorum)


yeni baktım ekşi sözlükte "Caleb" in manasına. entrylerden biri şöyle:

musa'nin pesindeki halkin inancsizliklari yuzunden vaadedilen topraklara girmeleri yasaklandiginda, inanci sayesinde o topraklara girme hakkina yesu* ile beraber sahip olan ve turkce cevirilerde kalev olarak gecen eski ahit karakteri.

yoruma hiç gerek yok!!!

24 Haziran 2009 Çarşamba

Death Note, (Desu nôto) 2006-2007, anime dizi



izlediğim en harikulade anime dizilerden biri. Hatta en lain ve cowboy bebop’la birlikte ilk üçte diyebilirim.
tek sezon, pek de kısa, başlıyor bitiyor, 20 şer dakikalık, 37 bölüm.

Bir ölüm meleği (shinigami) sıkıntıdan ölüm defterini insanların dünyasına “düşürür”. Ölüm defterini Yagami Light adındaki hiper zeki ve de hırs küpü genç bulur. Yagami, suçtan ve kötülükten arınmış yepyeni bir dünya yaratmak üzere suçluların isimlerini ölüm defterine yazarak kötüleri dünya üzerinden silmeye başlarken bir yandan da oluşacak bu kötülükten temizlenmiş dünyanın hem yargıcı hem de tanrısı olmaya karar vermiştir.
Kira, başlarda "iyiliğe" himet etmek peşindedir ama elbette bir süre sonra salt kötülük olur çıkar.

önderliğindeki polis tayfası, sağdaki ise polis şefi Kira'nın ve muhterem pederi

Dünyevi adalet sistemi ise suçlu ölümlerini fark etmiştir ve kendi ekibini kurarak “kira” adını verdikleri katili yakalamaya çalışmaktadırlar. Ekibin bir handikapı, Yagami Light’ın, ekibin başındaki polisin oğlu olmasıdır.
Derken devreye girer (nipponlar L diyemedikleri için "ERÜ"). L, yagami yaşlarında genç bir başka dahidir. Ve dizide karşımıza yagami’nin tam aksi olarak çıkar.
Bundan sonra dizi, satranç tahtasından kat be kat zorlu, entrikada Hürrem sultanınkilerden bin beter, bir strateji savaşına döner ki, mantık ve akıl yürütmeden geçilmeyen bölümlerle beynimiz neredeyse ahlaksızca haz duyar.

shinigami'ler pek şekerdirler. Ryuk, şu bizim ilk defteri düşüren, oldukça madrabaz bir yaratıktır. fena halde elma bağımlılığı vardır, bu yüzden bir çok resimde orda burda biyerlerde elma görülebilir. (adem havva, ilk günah, mitoloji felan diyerek saptamalarla girip alıntılarla çıkacak kadar entelektüel olmadığıma şükürlerle devam ediyorum) Ryukcağız gerekli elma istihkakını alamazsa havada ters asılı durmak zorunda kalır. (zaten hiç yere bastığını görmedim ya) yagami'nin odasına kameralar yerleştirildiğinde bir süre elma yiyememişti.

ryuk insanları şenlikli bulur, taraf tutmaz, entrika arttıkça, hmmmm, aman ne eğlenceli şeklinde yaklaşır, Yagami faka bastırılır, ya da ona yaklaşılırsa "hehehe" şeklinde güler. duygusal ya da empatik hiçbir yanı yoktur ve bu açıdan son derece tutarlıdır ki bu da onu gayet sevilesi bir karakter yapar.

ryuk ve rem

ancak rem, daha yumuşak başlı ve sevgi dolu bir Shinigamidir. bir başka Shinigami'nin ölümüne tanık olmuş, ve bundan çok etkilenmiştir. ölen shinigami, Misa'ya feci aşıktır. bir gece onu izlerken Misa, karanlık bir sokakta bir serseri tarafından öldürülmek üzereyken, aşık Shinigami, serserinin adını ölüm defterine yazar. taraflı bir şekilde müdahale ettiği için de toza dönüşür. bu bir shinigaminin ölmesinin tek yoludur. rem ölen shinigaminin bu davranışından çok etkilenir ve onun defterini, bu duygusal bağa uyarak insanların dünyasına getirerek Misa'ya verir. Misa, 2. Kira olacaktır. Rem'in ölümü de aynı şekilde olacaktır

Misa Amane, adamı deli eder, illet eder, hasta eder... aslında dizinin başında, ilk defteri aldığı sırada süper zeki ve kendine has bir karakterken, ilerleyen bölümlerde adanmış bir aptal aşığa döner. Kira'nın gönüllü kölesi haline gelir. sonlara doğru artık katlanılamaz bir hal alır.

Kira olduğunda gerçek bir sosyopat olan Light Yagami, Misa ile kendine ait bir ölüm defteri olmasından başka, misa'nın kira için hayatının yarısını feda ederek yaptığı takas sonucu sahip olduğu ölüm meleğinin gözleri yüzünden birlikte olur. eğer kişi, takası yapar bu gözlere sahip olursa, öldüreceği kişinin adını bilmesine gerek olmaz çünkü bu gözlerle baktığı herkesin kafasının üzerinde adını ve kalan yaşam süresini görebilir.
son bölümlerde, misa artık işine yaramadığında da 2. kira olarak görevlendireceği Kira yandaşı, haber spikerini şekilde görüldüğü gibi baştan çıkaracaktır.
'in yerini alacak olan Near... puzzlesever...

Death note sinemaya da aktarılmış. Yorumlara göz atınca, anime dizinin hayranlarını pek de memnun edemediğini görüyoruz ki sanırım animeseverleri memnun etmek hayli zor (ve bunda şaşılacak hiçbir şey de yok!)



ölüm defteri kuralları:

Ölüm defteri kuralları, dizinin ortalarına yaklaşırken arada çıkıyor, bölüm başına en fazla 2 tane veriliyor. Bunlar tekrar edebiliyor ya da bir kez karşımıza çıkabiliyor. Neti kurcalayınca ölüm defteri kurallarının sayısıyla ilgili pek çok fikir görülebiliyor.
Ben vikipedi’den almayı tercih ettim.

“Yazılı kurallar
Tüm olaylar başlamadan önce, Ryuk adındaki shinigami kendi "Ölüm Defteri'nin" kurallarını insanların dünyasında en çok yaygın dil olduğu için İngilizce olarak yazar.
• Ölüm Defterine ismi yazılan kişi ölür.
• Deftere yazdığınız kişinin yüzünü bilmezseniz o kişi defterden etkilenmez. Böylece aynı isime sahip olan kişiler de ölmez.
• Bir kişinin adı yazıldığı zaman o kişi 40 saniye içinde ölür. Eğer ölüm biçimi yazılmazsa o kişi kalp krizinden ölür.
• Ölüm şeklini yazdıktan sonra 6 Dakika 40 Saniye içinde ölümün detaylarını yazabilirsiniz.
• Bir kişi Ölüm Defterini kullanmışsa ne cennete ne cehenneme gidebilir, hiçliğe karışır.

(
Buradan sonrakiler defterin üstünde yazmamaktadır)
• Ölüm defterinden ufacık bir parça bile defterin bütün özelliklerini taşır.
• Deftere dokunan her kişi o defterin ölüm meleğini görebilir.
• Defter sahibi ile ölüm meleği arasında bir göz takası vardır. Ölüm meleğinin gözleri bir insanın başının üstünde onun ismini ve kalan zamanını görür. Defter sahibi kalan hayatının yarısına karşılık bu yeteneği alabilir.
• Ölüm meleği defter bitene veya yok edilene kadar dünyada defterin sahibiyle kalmak zorundadır. Eğer defter sahibi ölürse ölüm meleği defteri başka birine vermek zorundadır.
• Ölüm meleği defterle ilgili hiçbir şeyi defter sahibine söylemek zorunda değildir.
• Defterin sahibi sahiplikten vazgeçerse defterle ilgili bütün anılarını unutur ve ölüm meleğini artık göremez.
• Defter sahibi ölüm meleği gözlerine sahipken defterin sahipliğinden vazgeçerse ölüm meleği gözleri gider ama giden yaşam süresi geri gelmez.
• Ölüm meleği gözlerine sahip olanlar yalnızca kendi yaşam sürelerini ve defter sahiplerinin yaşam sürelerini göremezler.
• İnsan dünyasında en fazla 6 adet ölüm defteri bulunabilir. Eğer bir 7. olursa herhangi bir defter kullanılmayacak hale gelene kadar aktif olmaz.
• Eğer deftere yazılan ölüm başka insanları da öldürüyorsa ölüm yazılan şekilde gerçekleşmez. Kişi kalp krizinden ölür.
• İmkânsız olan ölümler gerçekleşmez. Kişi kalp krizinden ölür. Örneğin şu anda İstanbul'da olan bir kişi için 1 saat sonrasına New York Özgürlük Anıtı önünde bir ölüm yazıldı. Fiziksel olarak bir saatte İstanbul'dan New York'a gitmek mümkün olmadığından dolayı ölüm yazılan şekilde gerçekleşmez.

Sahte kurallar:
Bu kurallar sahte olup L'i kandırmak için Light'ın Ryuk'a söylemesiyle yazılmıştır. Bu kurallar gerçek değildir.
• Eğer Ölüm Defterinin sahibi defteri 13 gün boyunca kullanmazsa defterin sahibi ölür.
• Eğer Ölüm Defteri yanar ve hasar görürse, o vakte kadar ona dokunmuş tüm insanlar ölür.

Bir Shinigami nasıl öldürülür? Eğer bir Shinigami bir insanın yaşam süresini uzatmak için onu öldürecek kişiyi Defterine yazıp öldürürse o Shinigami de ölür. Buradaki asıl nokta bu eylemin Shinigami doğasına aykırı olmasıdır, Shinigamilerin varoluş amacı insanları öldürmektir bu amaca ters düşen herhangi birşey Shinigaminin ölümüne neden olur. Mesela Misa'yı takip edip ona âşık olan bir Shinigami Misa'yı öldürecek olan bir insanı kendi Defterine yazıp öldürdüğü için ölmüştür. Bu defter de ona o Shinigami'den kalmıştır. Defteri Misa'ya Rem getirmiştir.
Not: Shinigaminin ölümü kurtardığı kişinin yaşam süresini uzatır.”



serinin jeneriğiği de çok keyiflidir. alttaki ilk 19 bölüm boyunca izlediğimiz jenerik. 20 bölümde ise değişiyor ve oldukça ilginç, sert ve çarpıcı bir jenerik geliyor:

ilk jenerik

ikinci jenerik

24 Mayıs 2009 Pazar

alien resurrection (1997): quotes/alıntılar ve gereksiz bilgi



Ripley: My mommy always said there were no monsters. No real ones. But there are.

Ripley: Annem, her zaman, canavar diye bir şey yok derdi. En azından gerçekleri yoktu. Ama varlar.
-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-

Dr Wren: I think you will find that, uh, things have changed a great deal since your time.
Ripley: I doubt that.

Dr Wren:Senin zamanından beri... mm ... işlerin çok değiştiğini bilmek ilgini çekebilir.
Ripley: Bundan şüpheliyim.

-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-

Johner: Hey, Ripley. I heard you, like, ran into these things before?
Ripley: That's right.
Johner: Wow, man. So, like, what did you do?
Ripley: I died.

Johner:Hey, Ripley. Onlarla daha önce de dalaştığını duymuştum.
Ripley:Bu doğru.
Johner:Vay canına. Peki... o zaman ne yaptın?
Ripley:Öldüm.

-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-

Johner: What's the big deal, man? Fuckin' waste of ammo.
Christies: Let's go.
Johner:
Must be a chick thing.

Johner: Nedir bu adamım?? Boş yere cephane kaybı.
Christies: Hadi gidelim.
Johner: Kadınsı bir olay olmalı.

-.-.-.-.-.-.-.-.-
-.-.-.-.-.-.-.-.-

Purvis: [shouting] What's in-fucking-side me?
Ripley: There's a monster in your chest. These guys hijacked your ship, and they sold your cryo tube to this... human. And he put an alien inside of you. It's a really nasty one. And in a few hours, it will burst its way through your ribcage, and you're gonna die. Any questions?
Purvis: Who are you?
Ripley: I'm the monster's mother.

Purvis: [shouting] İçimde ne s.k var?
Ripley: Göğsünde bir canavar var. Bu adamlarlar geminizi kaçırdılar, ve sizi tüplerinizle bu... insana sattılar. O da içinize bir yaratık koydu.Üstelik en iğrenç türünden. Ve birkaç saat içerisinde göğüs kafesini parçalayarak dışarıya çıkacak, ve sen öleceksin. Başka soru?
Purvis: Kimsin sen?
Ripley: Ben, canavarın annesiyim.

-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-

Ripley: You're a robot?
Johner:
Son of a bitch! Our little Call is just full of surprises
Ripley:
I should've known. No human being is that humane.

Ripley: Sen robot musun?
Johner: Orospu çocuğu! küçük Call'ımız sürprizlerle doluymuş.
Ripley:
Bilmeliydim. Hiçbir insan, bu kadar insancıl değildir.

-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-


Annalee Call: Father's dead, asshole. Intruder on level one. All aliens, please proceed to level one.
Annalee Call: Baba öldü, aşağılık herif. Kat 1'de davetsiz misafirler var. Tüm yaratıklar, lütfen Kat 1'e doğru devam edin.

-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-

Johner: You can't fly one of these things too, can you?
Ripley:
Are you kidding? This piece of shit is even older than I am.

Johner: bunlardan biriyle de uçamazsın, değil mi?
Ripley: Dalga mı geçiyorsun?Bu bok parçası benden bile daha yaşlı.

-.-.-.-.-.-.-.-.-
-.-.-.-.-.-.-.-.-
lüzumsuz bilgiler:

- Sigourney Weaver, bu filmde Ripley olarak geri dönmek için 11 milyon dolar almış ve bu rakam 79 da çekilen ilk alien filminin tüm bütçesinden fazlaymış

- filmin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet çekim sırasında hemen hemen hiç ingilizce konuşmamış ve sette daimi olarak çevirmenlerle dolanmış.

- yapım yeterli büyüklükte stüdyo alanı bulmakta zorluk çekmiş çünkü aynı zamanda Titanic, Starship Troopers ve The Lost World. Jurassic Park gibi devasa işler çekilmekteymiş.

- filmi yönetmesi çin önce danny boyle ve cronenberg düşünülmüşse de kısmet değilmiş.

- Newborn olarak adlandırılan son insana benzeyen alien'ın cinsel organı, sonradan dijital olarak silinmiş.
-.-.-.-.-.-.-.-.-

-.-.-.-.-.-.-.-.-
- sigourney abla iki hafta boyunca bir koç ile basketbol çalıştıktan sonra yarısahadan arkası dönük atışı yapmış. çekim günü geldiğinde Jean-Pierre baba hatunun 200 seferde başaramayacağını düşünerek topun tepeden düşürülmesini istemiş. ancak aslan Ripley demoralize olmasına rağmen denemek istemiş. üçlük alanın da biraz ilerisinde olduğu halde ilk seferinde cup diye atıvermiş. Ron Pearlman şok olarak direk kameraya dönüp, karakterini bırakarak wow ya da oh my god nevinden bişeyler demiş. herkesler pek memnun mesut olmuşlar ancak jeunet abi topun yolu üzerinde kareden çıkması yüzünden izleyenlerin asla buna inanmayacağını düşünmekteymiş.

işte 2 video linki. birinde çekim esnası 2 kamera ile:
http://www.youtube.com/watch?v=FF44YvDVP8Y
bu da tüm basketbol sahnesi. ancak bu görüntü kalitesinde sadece ispanyolca dublajlı bulabildim.
en favori sahnemdir, idare edile...
http://www.youtube.com/watch?v=hbGoJkSaVEU&feature=related

-.-.-.-.-.-.-.-.-
derlemecinin notları:
(çevirileri beğenmeyebilirsiniz, bana böyle iyi göründüler ama...)

1. alien resurrection, alien severlerin genelde ya en kötü, ya da en kötüden (3: fincher'ınki) bir iyi buldukları alien dir.
bana gelince... en sevdiğim alien dır.
(ridley scott, james cameron, david fincher, kocaman kocaman isimler tabi ama...)
4'ü ilk izlediğimde, artık yazılar geçerken, bir yandan burnumu koluma silip, "jeunet, seni piç herif, artık seriye 5. film asla çekilemeyecek" demiştim. (alien vs. predatör'ü sayanlarla diyaloğu keserim) her türlü olasılığın anasını ağlatmıştı çünkü kendileri. yok kapağa alien kaçmış, efenim, ripley kızımızın göğsüne saklanmış, arkada bi tane unuttuyduk, hiç. asla.
herkeslerin çok gıcık olduğu üzere formun değiştirilmesi de bana "amanın bu ne cüret" dedirtmişti ve bu kadar şaşakalmak harikulade değil midir bazen?
(gerçi nedense her şeyi yönetmene çakarım, jeunet olunca da buna pek daha fazla hazırım ama aslında sanırım hikayeyi Joss Whedon diye bir adama borçluyuz. mmm, hakkatten tam şimdi bilmek istedim kare kare, hangi karar kimindir?)

2. bu filmde çok eşcinsel, özellikle lezbiyen öge olduğuna dair bir eleştiri okumuştum ve bi sonra izlediğimde, evet yaw böyle denebilir demiştim. eleştiri (çok ayıp ama nerde, kime ait hatırlamıyorum) kahramanların, ya da "kahramanlık" sıfatının elbette önce Ripley'e ancak ikincil olarak ise winonacığımızın oynadığı Call karakterine uygun olduğunu, alışageldiğimiz bir dişi bir erkek klişesinin kırıldığını söylüyordu.

sonra filmde erkek karakter olan merkezi bilgisayar, "father" olarak çağırılıyordu ve winona kızımız direksiyonu eline geçirince ilk yaptığı beyanat "father is dead" baba öldü şeklinde olunca, ataerkilliğin çöküşü, oidipusun dibe vurması (dyonisos'la içmeye gitmişler mesela) yönünde bişeyler de diyordu o eleştiri işte...

mm evet, daha şenlikli olarak aynı yazıda, gerçekten çok hoşuma giden bişeyden bahsediliyordu. dünyaya indiklerinde (indikleri gemi de bir betty idi, gerçi gemiler hep dişidir değil mi?) arkada Ripley ve Call, iki hatun; ön tarafta ise canım Dominique Pinon'un oynadığı Vriess ile piç Johner (dağ gibi yiğit Ron Pearlman) yani iki adam başbaşadırlar, sarılırlar. film tam böyle biter. (o eleştiriyi okuyalı çok çok zaman geçtiği için olası hatalar için özür dilemeli...)

bence burada çok çok matrak olan aslında bi tür cinsiyetsizlik ve hatta türsüzlük'ün olmasıdır.
Ripley: insan alien karışımı, bildiğimiz homo sapiens değil o artık.
Cal: Robotların ürettiği robotlar serisinden nadide bir parça. kesinlikle inhuman! nainsan!
Vriess: tamam human, ademoğlu ancak belden aşağısı tamamen hissiz! no seksüalité:)
Johner: tamam ona hiç sözümüz yok, egosu, gücü kuvveti ile tam bir erkek karikatürü:)

cinsiyet klişesinden "erdem"e geçelim. film sonları çokluk erdemli karakterlerin zaferi/başarısı öne çıkar. (çıkmaz mı?) ancak filmin sonunda elimizde kalanların hep bi takım karanlık yönleri var. hani tamam Ripley kahramanımız da, kafamızı karıştırdığı anlar da olmadı değil... Cal, devrimci bir robot! Ripleyi öldürmek istiyordu! allahım hepimiz modemlerimizi yaktık dediğinde yerlere yığılmalıydım gülmekten! Vriess filmin çoğunda ortada yoktu bile! Johner ise herkesi en ufak bişey için bile satabilir... o zaman kazanan neydi? bilmem? mizah?

3. en güzel sahneler:
basketbol sahnesi.
ah Ripley'in kendinden önceki 7 klonu bulup ateşe verdiği sahne (Johner'in hani cephane israfı dediği) çok fena dokunaklıdır, çook fena.

Purvis'in içerisinde alien bulunduğunu öğrenme sahnesi, kaç kere seyrettim, hep gülerim.

Newborn un doğum sahnesi. amanın, anneyi öldürdüğünde mahvolmuştum. arkada kafayı yemiş sevgili doktora ne demeli? "my biyutiful, biyuuutiful butterfly!"
ve Purvis'in alien'ının gayet tabii en güzel zamanda ortaya çıktığı sahne. çok ayan beyandır böyle olacağı ama "oh olsun" dersin.
newborn'un uzay boşluğuna çekilerek ölmesi. hönküre hönküre ağladığımı itiraf etmeliyim. aynen öyle işte. o yüzden yazılar çıktığında burnumu kolumun yenine siliyodum. insan bir alien filmine giderken selpak almayı akıl edemiyor...

4. filmde çok kafa ütülenmez. uzun uzun konuşulmaz, anlatılmaz. ne güzel.

5. alienin yeni tipini kimseler beğenmez. ben de çok fena irkilmiştim ilk an. ama sonra tam da böyle bir tesirinin olması gerektiğine kani olmuştum açıkçası.


6. sualtı sahneleri acayip klostrofobiktir. dağ gibi yiğit Christie (Gary Dourdan), Vriess için kendini feda edince "nooluyo beee!" dedirtir. zaten en baba karizmatik adam (bizimkilerin ekip başı) filmin daha başında ölerek bizi hüzne boğmuştur...

acı kayıplarımız


10 Ocak 2009 Cumartesi

12 monkeys (1995): quotes/alıntılar


James Cole:I'm here about some monkeys.
Jeffrey Goines: Monkeys?
James Cole:
Monkeys. Yes. Twelve of them.

James Cole: Bazı maymunlar için buradayım
Jeffrey Goines: Maymunlar?
James Cole: Evet. Oniki tane.

.......................................

Jeffrey Goines: There was this guy, and he was always requesting shows that had already played. Yes. No. You have to tell her before. He couldn't quite grasp the idea that the charge nurse couldn't make it be yesterday. She couldn't turn back time, thank you, Einstein! Now, *he* was nuts! *He* was a fruitcake, Jim!

Jeffrey Goins:
bir adam vardı ve her zaman daha önce oynamış programların açılmasını isterdi. evet. hayır. hemşireye daha önce söylemelisin. nöbetçi hemşirenin dünü bugün yapamayacağı fikrini tam kavrayamıyordu. zamanı geri çeviremez, teşekkürler, Einstein! şimdi, o "kaçık"tı! "O" çatlaktı, Jim!
.......................................

James Cole: Oh, wouldn't it be great if I "was" crazy? Then the world would be okay.

James Cole: ben deli olsa "idim" harika olmaz mıydı? o zaman dünya iyi olurdu!
.......................................

Jeffrey Goins: There's the television. It's all right there - all right there. Look, listen, kneel, pray. Commercials! We're not productive anymore. We don't make things anymore. It's all automated. What are we *for* then? We're consumers, Jim. Yeah. Okay, okay. Buy a lot of stuff, you're a good citizen. But if you don't buy a lot of stuff, if you don't, what are you then, I ask you? What? Mentally *ill*. Fact, Jim, fact - if you don't buy things - toilet paper, new cars, computerized yo-yos, electrically-operated sexual devices, stereo systems with brain-implanted headphones, screwdrivers with miniature built-in radar devices, voice-activated computers...

Jeffrey Goins: Televizyon burada. Burada gayet iyi. Gayet iyi. Bak, dinle, diz çök, dua et. Reklamlar! Artık üretken değiliz. Artık üretemiyoruz. Herşey otomatikleşti. O zaman ne "için" varız? Biz tüketicileriz, Jim. Tamam. Tamam. Bir sürü eşya satın al, iyi vatadaş olursun. Ama eğer bir sürü eşya almazsan, eğer almazsan, o zaman ne olursun, sorarım sana? Ne? Ruh "hasta"sı. Ggerçekten, Jim, gerçekten -eğer bişeyler satın almazsan- tuvalet kağıdı, yeni arabalar, kompüterize yo-yolar, elektrikle kumanda edilen sex cihazları, beyne yerleştirilmiş kulaklıkları olan stereo sistemler, minyatür kendinden radar cihazlı tornavidalar, sesle kumanda edilen bilgisayarlar...
.......................................

Jeffrey Goines: Wait'll you morons find out who I am! My father's gonna be really upset, and when my father gets upset, the ground SHAKES! My father is God! I worship my father!

Jeffrey Goines:
bekleyin ve benim kim olduğumu görün sizi moronlar! babam gerçekten çok üzülecek ve benim babam üzüldüğünde, yer sarsılır! Babam tanrıdır! Ben babama taparım!

.......................................
James Cole: This is a place for crazy people. I'm not crazy.
Dr. Peters: We don't use the term "crazy," Mr. Cole.
James Cole: Well, you've got some real nuts here.

James Cole:
bu yer deliler için. ben deli değilim.
Dr. Peters:
biz "deli" terimini kullanmayız bay Cole.
James Cole: iyi, burda baya sağlam kaçığınız var.
.......................................
Dr. Kathryn Railly: What is the matter with your leg?
James Cole:Got shot.
Dr. Kathryn Railly:
Shot! Who shot you?
James Cole:
I don't know. It was some kind of war. Never mind. You wouldn't believe me anyway.

Dr. Kathryn Railly:
Bacağının sorunu ne?
James Cole: Vuruldu.
Dr. Kathryn Railly: vuruldu mu? kim vurdu?
James Cole: bilmiyorum. bir tür savaştı. boşver. nasılolsa inanmayacaksın.
.......................................


Jeffrey Goins:Telephone call? Telephone call? That's communication with the outside world. Doctor's *discretion*. Nuh-uh. Look, hey - all of these nuts could just make phone calls, they could spread insanity, oozing through telephone cables, oozing into the ears of all these poor sane people, infecting them. Wackos everywhere, plague of madness.

Jeffrey Goines:
telefon etmek? telefon etmek? bu dış dünyayla iletişim kurmak olur. doktorun "takdiri". ı-ıh. bak, hey -tüm bu kaçıklar telefon görüşmesi yapsalar, delilik yayabilirler, telefon kablolarından doğru vızıldayarak, o zavallı akıllı insanların kulaklarına vızıldayarak, bulaştırabilirler. kırıklar heryerde, delilik tebelleş.
.......................................
James Cole: all i see is dead people

James Cole: Tüm gördüklerim, ölmüş insanlar
.......................................

Jeffrey Goines:Ah! Ah! There's no right! there's no wrong! there's only popular opinion!

Jeffrey Goines: Ah! Ah! doğru yok! yanlış yok! sadece popüler fikirler var!
.......................................


James Cole: I am insane. And you are my insanity.

James Cole: ben deliyim. ve siz benim deliligimsiniz.

.......................................
mış, miş:
- filmde 12 tane fare varmis, sahnelerin arasina saklamislar. dvdsinde aha burda diye gosteriyolarmış teker teker.
- filmin içerisinde alfred hitchcock'un vertigo filminden de sahneler gösteriliyormuş.
- brad pitt in oynadığı deli jeffrey goines karakterin bruce willis e ilk hastaneye geldiğinde verdiği tyler durden'ın we are consumers konu başlıklı brifingine çok benziyor.

- filmin başında okunan:
"dün bugünün çığlıklarını hazırladı,
yarının sessizliği zafer ya da acıdır..

için!
çünkü nasıl ve neden geldiğinizi bilmiyorsunuz..

için!
çünkü neden ve nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz...
"
dizeleri şair ömer hayyam'a aitmiş

- bruce willis:"all i see is dead people", brad pitt: "we are consumers"
ister istemez tanıdık geliyor...

- chris marker'in 1962 tarihi la Jetée adlı kısa filmin uzun çevrimi olduğu söyleniyor.
bi kitik: http://ferdyonfilms.com/2008/02/la-jetee-196212-monkeys-1995.php
.......................................
Blogcunun dayanamayıp söyleyecekleri:
brad pitt'in sadece bir güzelsurat olmadığına karar veridiğim film.
arabada doktorla giderken james in müziği duyup şenlendiği sahne yürek paralar, aynı anda hem gülüp hem ağlamak istedim.
son sahnede küçük james le doktor gözgöze geldiğinde kişisel izleyici tarihimde derhal isim verebileceğim 5 filmde olduğu üzere böğüre böğüre ağladım.
(hadi birinini söyleyeyim. buraya da gelecek olan: alien resurrection)
.......................................